Selanik’ten Üsküp’e doğru navigasnomuzu ayarlayıp, i10AvrupaYolunda 2. etabına başlıyoruz… Aslında sadece 250 km’lik bir “ara”yı geçmek, 10.000 km’lik uzun parkurumuzun çok küçük bir kısmı…
Yunanistan’dan Makedonya’ya geçerken sınırdaki kontrollerde tahmin ettiğimizden daha fazla zaman kaybetsek de, Makedonya’nın ücretli “Makedonyalı İskender” isimli otobanına girince hızımızı yükselterek, zamanımızı geri kazanmaya başladık…
Çoğul konuşuyorum, çünkü i10 ve ben artık çok iyi anlayan bir “ikili”yiz!..
Uzun yol için çok küçük tork ve beygir gücünü artık daha doğru vites değiştirerek, çok daha tempolu kullanmaya başlamıştım…
Otoban üzerinde olmamıza rağmen, Yunanistan’ın Kuzey’inde çok seyrek gördüğüm köylerdeki minareler, Makedonya’ya girer girmez bir anda sıklaşmaya başladığını fark ettim… Bir tarafta kiliseli köyler, diğer tarafta camili köyler…
Fakat, bu toprakların asıl önemi, elbette Büyük İskender’in gerçek vatanı olması!..
Üsküp, bakalım “biz”i nasıl karşılayacaktı?..
Hiç zorlanmadan, gümrükteki bekleme de dahil, 3 saatten kısa bir sürede Üsküp’ün müslüman mahallesinde buldum kendimi… Farklı dinlere mensup olmalarına rağmen, gülümseyerek bir arada yaşamayı öğrenmiş ve hatta “karışmış” olan Üsküplüler, bir tarafta küçük çay evleri, diğer tarafta cafe ve barlarla çok keyifli görünüyordu…
Farklı mahallelerin bambaşka içerikli çarşılarının yanında dolaşırken, Yeni i10’un ortalama yakıt tüketimini bu sefer 6.2 litre olarak not edildi…
6.000 yıldan beri bir yerleşim bölgesi olan Üsküp; şehrin içindeki yegane tepesinin üstünde Üsküp Kalesi ve ortasından geçen Vardar nehriyle şehrin sembolünü oluşturmuş…
Neolitik dönemden Romalılara, Bizans’tan Bulgarlara, 13. Yüzyıldan itibaren Sırpların başkenti oluncaya kadar uzanmış tarihi, 1392 yılında Osmanlı kontrolüne geçen Üsküp, 500 yıldan uzun süre Türk hakimiyetinde kalmış… 1912’deki Balkan Savaşlarıyla Sırbistan Krallığı’na bağlanmış, 1. Dünya Savaşı sonrasında yeni Yugoslavya Krallığı’nın bir parçası olmuş. Son olarak ise Yugoslavya’nın Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti olmuş…
Binlerce yıl boyunca kim geldiyse şehri yakıp yıkmış… 2. Dünya Savaşı sonrası hızla kalkınan Üsküp, 50 yıl önceki çok büyük bir depremle bir kez daha yerle bir olmuş!..
Vardar nehri üzerindeki Taş Köprüsü etrafında söylenene göre 4 Milyar Euro’luk bir restorasyon ve şehri anıtsal bir açık hava müzesine çevirme (Skopje 2014) projesiyle birlikte, yepyeni bir heyecan yaşayan Üsküp’lüler, Kurtuluş Müzesi, yeni tiyatrosu, en son yapımış olan opera binası, Yüksek Mahkeme binası, eski görünümlü fakat yeni inşa edilmiş heykelli köprüleri, meydanlarındaki devasa heykelleri, Carsija yani çarşısı, bit pazarı, 33 metrelik Büyük İskender anıtı, çeşmeleri, 1492 yılında inşa edilmiş Mustafa Paşa camii, hanları, tarihi 15. yüzyıla kadar uzanan hamamları, Makedonya Takı, el işi ürünlerin satıldığı dükkanları, Bey Kulesi, Bedesten, saat kulesi, Arkeoloji Müzesi ve belki de en önemlisi katedral ve kiliselere doğru dumanlarını tüttüren börekçi ve köftecileriyle gerçekten çok ilginç bir topluluk…
Rahibe Teresa da, Üsküplüymüş… 66 metre yüksekliğindeki Milenyum Haçı ve türbeleriyle de ünlü olan Üsküp çevresinde Üsküp Kemeri, Matko Manastırı, Scupi harabeleri de görülebilir…
Hyundai i10’u AutoBest ödül törenine yetiştirmek için acelemiz olduğundan, bu kültürlerin buluştuğu şehri tam olarak bitiremeden ve lezzetli yemeklerinin tadına tam olarak bakamadan ayrılmak zorunda kaldığımız için içimiz biraz burkuldu…
Fakat, önümüzde Sırbistan sınırı ve Belgrad’a doğru uzanan en az 5 saatlik üçüncü etabımız vardı…